Hayatta belli yolların sonu görünür ve “yine o vakit geldi” hissiyle zihin durmadan hikaye yazar, endişe üretir ve beden de mecbur bu kaosa eşlik eder.
Her şeyin x3 hızda aktığı ve zaman-mekan-boyut algılarımın tam da şaştığı bir dönemde kendimi yine yeniden yollara vurdum. 2009 yazında kıyısında geçip gittiğim Kabak Koyu’na kış vakti, fırtına öncesi geliverdim. Zamanın gerçeklik ötesinde bir yavaşlıkta aktığı, saatlerin genişlediği, sessizliklerin ve konuşmaların en derinde yaşandığı 1 hafta sonunda “zamanı geldi” hissiyle baharı burda karşılamaya ve bir kamp yapmaya karar verdim. (Sevgili dostum Emre Aksoy’un daveti ve buradaki varlığı sayesinde, Kök Kamp ahalisinin destekleriyle bu karar kendiliğinden çıkıverdi.)
Bir şeyi tek başına yapmak konusunda korkak, tereddütlü olan bir yanım vardı süregelen ve bu çağrıyı yapmadan önce de bu hisler geldi. Kendi başıma yapamama ya da yetersizlik değildi bu hissin ardındaki, paylaşmak ihtiyacım vardı açılacak bu alanı. Adını koyamadığım bu kamp için önce metni yazdım, birkaç dostu da bu alanda istedikleri yerden paylaşsınlar diye davet ettim. Kendime de katılacak olanlar için de hayal ettiğim en temel şey kendiyle, doğayla, çevredeki diğer bireyler ve canlılarla serbestçe etkileşebileceği, yalnız kalabileceği, karşılaşıp tanışabileceği bol boşluklu bir alan yaratmak idi. Uzun lafın kısası;
“Bedenlerimiz bir mabed misali, içinde var olup, yediğimiz, içtiğimiz, duyduğumuz, yaşadığımız her şeyi saklıyor. Bu kamp bir araya gelmek ve varolmak niyeti ile; kendimizde ve çevremizde olanı görmek, bedenle çalışıp, farklı ifade alanlarıyla dışavurabilmek ve birbirimizle paylaşabileceklerimizi ortaya koyma alanına bir davettir.”
Davete icabet eden, bu alanı kendi haliyle besleyen 14 beden + Lady ve tabi ki Kök Kamp Ailesi ile günler geldi geçti. Çabasızlığın, olduğu gibi var olmanın, kabul etmenin ve kabul edilmenin ve bilimum kırılmalar ile kendim olabilmenin tarifsiz coşkusunu yaşıyordum. Tanıdığım ve tanımadığım bir grup güzel insanla birlikte yaptıklarımız, spontanlıktan çıkan beklenmedik güzellikler ile geçen zamanın ölçüsü yoktu.
Defterime bir meditasyon oturumu sonrası düşenler;
“Araya düşünceler girmeden bir şeylerin akışına izin vermeyi öğreniyorum. Sanki kendimden uzak bir parçayı burada yeniden bulmuşum gibi. Hiçbir yönerge, sınır tanımadan kendi yolumu buluyorum usulca… Önüme açılan yollar ve yolculuklar beni kendiliğinden getirip yerleştiriyor boşluğun içine. Sanki hiçbir şey yaşanmıyormuşçasına zamanın yokluğunda bir boşluk…”
Ve işte bir yolun sonuna geldiğimde artık endişe yerine güven vardı içimde. Bir şeylerin bitişi ile yeniyi kutlamak, yiten şeyler yerine açılan alan dahil olabilecekleri hayal etmek ve bedeni de tam bu anda salıvermek. Bir kamp daha bitti ve yepyeni tohumlar toprağa indi, kimisi kabuğunu kırdı ve filizlendi bile. Yenilerde görüşmek / karşılaşmak üzere…
Sabah yogalarını, sıcak sohbetlerini, serbest ve yaratıcı alanın renklerini, sessiz yürüyüşleri, oyunları, açık kapı meditasyonlarını paylaştığım, olduğu halleriyle gelen tüm Bahar Kampı ailesi;
Gizem K., Cansu, Ebru, Kübra, Ayşegül, Didem, Gizem G., Eylül, Ülker, Ülkü, Nazlı, Serkan
Ortaklaşabildiğim, destek olup destek alabildiğim;
Çağım ve Elif
Kök Kamp Ekibi
Emre Aksoy, Emre, Evrim, Didem, Yaren, Güliz…
Beni bunu yapmaya itekleyen gizli dostlar;
Annem, Yasemin Sarpaşan, Ayşegül Denktaş, Arzu Sunam, Bilge Sürmeli, Berna Göl, Tuğba Aytar, Aydan Öndeş ve niceleri…