Çok zamandır elim kağıda kaleme uzak kaldı. Pek çok rutin hayatımda azalarak dönüştü. Bir şeyleri bırakmanın peşi sıra geldi bunlar da. Şimdi yazmaya geri dönüş zamanı, kırılan parçaları görmek ve görünür kılmak için.
İstanbul’dan çıkmaya niyet ettiğimde yıl 2011 idi. Yeniden şehre geri döndüğümde kendimi bir kez daha bulduğum yer bedenim oldu. Evimi aramakla geçen yılların sonunda nefesime-bedenime-duyumlara geri getirdim dikkati. Nefess Yoga sayesinde kendimi “güvenli alanda” ve olduğum halde ifade ederken buldum. Yoga ve meditasyon derken bir de kontak doğaçlama girdi hayatıma ÇATI sayesinde. Gündelik hayatın hareket içinde bedenler ve kişiler arası “dinleme sanatı”nı araştırmaya ve keşfetmeye merak saldım Defne Erdur ve Kontak Doğaçlama ekibi ile. Şaşkınlıkla karşılaştığım ve içine girdiğim yenilikler içinde yüzerken bir de sevimli cadı Tatjana Rottenberg sayesinde Beden terapi alanı da hayatımda yerini aldı.
İstanbul’un sunduğu her türlü zorluk yanında bu güzellikler, açtığı alanlar, kattıklarıyla 5 seneyi tamamladım yarı göçebe bir halde. Bedenim gitmek istediğinde zihnim bu güzelliklerin sarhoşluğunda kal biraz daha diyordu. Şimdi ise bedenime ve kendime daha yakın halde, onun sözünü sessizliğiyle dinliyorum.
Pek çok güzel topluluk, insan, hayat biçimi ile temas ederken kendime özgü olanı keşfetmekteyim. Düzenli ve rutin olarak hayatıma entegre olmuş her şeyin bir nevi bağımlılığa dönüştüğü, zihnimin beni şehirde tuttuğu gibi bedenimin de uyuşabildiği ve duyumsuzlaştığını gördüm son zamanlarda. Tadına doyamadığım güzellikleri tüketmiş ve merağımı kaybetmiş halde buldum kendimi. Kimi zaman da o duyumsuzluklara rağmen “sorumluluk” bilinci ile bırakamadığım ve özgürleşemediğim alanlar yaratmışım kendime.
Şimdilerde günün getirdikleriyle hemhal olmakta ve yüzeye çıkanları görmekteyim. Kalbimden geçeni dile getirmeye dahi ihtiyaç duymadan önüme gelmesi ve onu kabul etmek gibi. Bana dair olanı sunmaya hazır olduğum için bunu paylaşacak insanların olduğum yerde yanımda yamacımda bitivermesi.
Çocukluktan bugüne kadar hep görev insanı oldum. Bunu içgüdüsel olarak yapan bir yanım varsa da kısmen “sevilmek ve takdir görmek” içinmiş o adanmışlık. Şimdi kendimi adayarak gerçekleştirdiğim şeylerde soruyorum kendime; “Kolaylık ve keyifle sürdürülebilir misin bu hali?” diye. Bu soru ile devam ediyor yolculuk.
Tamamlayamadığım, eksik bıraktığım, hata yaptığım, anlayamadığım ve kendimi yetersiz hissettiğim her alanda içimde bir sızı buluyorum. Bazen birini “memnun edemeyiş” bazen de durumu “kotaramayış” sızısı oluyor bu. Ne kadar birini memnun etmeye çabalarsam o kadar da tökezliyorum. İçimde canlı olmayan bir yanla durumu çok iyi idare ediyordum ancak artık kaynaklar tükendi ve “hayır”larımı daha da belirgin kılmaya niyet ediyorum.
Sessizce bir şeyleri halledebilir, içimde şefkate dönüştürebilirken günlerden bir gün infilak ettim. Kendime göstermediğim şefkati başkalarından beklemek anlamsızdı elbet. Bunu içerde paramparça olmuş parçalar saplanana kadar fark etmeyiş tam bir arlanmazlıktı. İyi ki infilak ettim. Haftalarımı alan bir süreç oldu. Bedenim titredi, kasıldı, nefesim kesildi, ağlamanın tadına vardım. İstemediğimi ifade ettiğim şeyleri fiilen bıraktıkça hayal ettiklerim kendiliğinden geldi. Dinledim kendimi ve insanları, dinlemeyeni daha da dikkatli dinledim. Dinlememenin nasıl bir algoritması var onunla oynadım. Kırıldığım yerleri de bu arada gördüm. İyi ki kırılmış onlar da. Şimdi bütün parçalar ayrı gayrı apaçık önümde.
Yolculuk biraz daha yalnızlaşmaya, yalınlaşmaya doğru evrildi. Tüm bunların yanında hareket, hareketsizlik ve rutinler hep değişken. Kırılan yanlarımla umudu yeniden topluyorum dallardan, topraktan.
Yeniliklerle ve keşiflerle dolu bir kış geldi, hoşgeldi.