bilmediğim bir ülkenin diliyle karşılaşmış gibiyim. her şey o kadar yabancı ki, anlamadığımı belli etmemek için yapabileceğim tek şey durmak ve sessizliğin tadına varmak.
içimde bitmeyen kelebek kanadı çırpışlarına, nehirler dolusu akan gözyaşları da eşlik ediyor. sınırlardaki insanlığın ve şiddetin gerçekliği ile kendi “kişisel alanıma dair büyük dertlerim(!) birbirine karışıp da hemhal oldu bu aralar.
kendimi bu aralar çok dinledim, bazen de başkasının gözünde, benden bağımsız bir olayın akışında ve hatta düşen bombalarda, yayılan virüste. içimi buran bir şeyler oluyor sokakta yürürken, ormanın içine girerken, denize bakarken. hiçbiri dışımda, benden başka bir şey değil. sebebini bulmaya çalışmıyorum. buruk bir şarapmışçasına ağzımda kalan tatla kalıyorum biraz. yayılan kötü haberlerle her yer yangın yerine dönüyor, çok hızlı akıyor zaman. hatta kayıp gidiyor zaman. kötü tanımını/ sıfatını yapıştırdığımda kontrolü kaybediyorum. işte o zaman neyi nasıl iyiye evriltebiliriz ki? umudu öte tarafta bırakıp da çökmek olduğun yere. ben içimdeki umutla başkalarına
son birkaç haftadır zaman yavaşladı, genişledi. bunun da getirdiği bi hafiflik var. havada bahar kokusu gibi ferahlıkla birlikte. bazı yollar değişti, manzara değişti, geceler yavaşça çökerken kalbime oturan ağırlıktan eser kalmadı. zorlamadan, ötelemeden tam da olageldiği anda orda olanlarla bir şeyler şekillenmeye, yeni kapılar açmaya başladı. şimdi bu geldiğim ve olduğum yerde demlenmeye bırakıyorum tüm o kelebek kanadı çırpışlarını ve sert bakışları / söylemleri.
kendi yolumu yürürken yanıma kattıklarım, geride bıraktıklarım, sırtımda taşıdıklarım, uzaktan selamlaştıklarım, hepsine açığım. kendi sınırlarımı bilemezken birlikte öğrenmek isteyen her canlıya. bunun farkında olmasa da bahar da geliyor benlerle/bizlerle. hadi gel tohumu toprağa birlikte serpeleyelim.