İçeriğe geç
Anasayfa » kendimle oyun

kendimle oyun

“-birileriyle görüşüyor musun?

+…

Elindeki küçük ekrana bir süre baktı, ışığı sönünce fark etti zihniyle bedeninin başka yerlerde olduğunu. ve kendi nefesinin sesi duydu ve…”

diye bir hikayeye başlayacakken aslında bu kendi hikayem, dümdüz anlatayım dedim.

Bir süredir gün takip etmeyi bırakmıştım, bazı günler kendi sesimi şarkı söylediğim anlar dışında pek de duymuyordum. Bedenim zihnimde kurulu olan saatlere ve işlere uyum göstermekte zorlansa da bir şekilde ritmi yakalıyordu. Şu an ne yapmak isterdim, bugün ne izlesem, hangi online derse girsem soruları gündemimde değildi. Biraz durabilmek idi arzum son bilmem ne kadar zamandır.

Zihnin ve bedenin ayrıştığını fark ettiğim, ekranlara boş bakan gözlerimi dinlendirmeye başladığım anda bir çok şey değişmeye başladı. Önce bedenim “zayıf” düşebileceğini gösterdi bana. Gün içinde kanepede dinlenme uykuları, hafif boğaz ağrısıyla gelen kırıklık, derin ve dinlenmiş uyandığım uzun uykular. Zihnimin içinde koşan kurtlar biraz sakinleştiler, bahar sarhoşluğu yaşıyorlar belki de.

Bedenimi hareket ve durağanlığa bıraktıkça özgür olabilmeyi ve seçim yapabilme hakım olduğunu gördüm.

Geçtiğimiz akşamüstü katıldığım “Self-As-Other-Training:Cocoa / Bir-Başkası-Olarak-Ben-Eğitimi: Kakao” etkinliğinde, sade yönergeler ile kakao işinde çalışan bir beden olarak 45 dakikalık bir deneyim yaşadık. Hasattan, ürün işlenmesine günde 12-14 saat çalışan bedenlerin tekrar tekrar yaptığı hareketleri durmaksızın yaptık. Gece yatağa girdiğimde bedenim yorgundu, üstüne düşündüklerim ve içimden yükselenlerle uyuyuverdim.

Bedenle aralıksız, tekrar eden hareketler içinde çalışmak zorunda olmanın ve yaptıkça hissizleşmenin, ağrının, yorgunluğun anlamsızlaştığı bir süreci kısacık da olsa deneyimlemek daha kendi dünyama dönmeden etkiledi beni. Kakao bitkisi sadece bir örnek idi. Tükettiğim her türlü şey, kullandığım her türlü araç sömürüye açık bir alan yaratıyor. Bu yazıyı yazarken kullandığım klavyeden, bu ekrana bakmanı sağlayan elektrik. Bunları bırakacağımı iddia etmiyor ve kimseye de “tüketme” diyemiyorum. Sadece “ihtiyaç duyduğum ne ki?” sorusuna cevap verirken sadeleşmeye çalışıyorum.

Belirsizlik içinde yüzegeldiğimiz günlerin içinde yaptığım işten, aldığım sorumluluklardan, kendi kendime büyüttüğüm meselelerden şikayet etmenin ne kadar büyük bir lüks olduğunu bir kez daha duyumsadım. Evde oturduğum yerden yapabildiğim, kendimi sürdürebildiğim, bildiklerimi, fazla olanı da birileriyle paylaşabildiğim bir düzenim var. Sessizlikte kendimle kaldığımda da bedenimin “yapmaya mecbur olmadığım”, ancak kendi kendime bunu yüklediğim için yükselen sesler ve ağrılar görünür oluyor. Buna bakabilecek bir zaman ve alana sahip olmak da süper lüks.

Olağandışı günlerde büyük bir adanmışlık ve çaba ile olağan şekilde işlerini sürdüren sağlık çalışanları dışında bir de çok göz önünde olmayan alanlar da var. Bir süpermarket çalışanı, bir mevsimlik tarım işçisi, bir yemek servisçisi, bir kargo kuryesi ilk aklıma gelenler. Evlerimizde otururken online ders hazırlayanlar, seans verenler, yoga-meditasyon paylaşanlar, film-dizi-kitap-oyun arasında oyalananlar ve benzeri hallerde sıkılan ya da sıkılmayanlardan biri olarak, bu göz önünde olmayanları görmesem de fiziksel aktivitesiyle günlük akışını kısa bir süre bedenimde duyumsadığımda bile “hasta” hissettim.

Süregelen sistemin “hastalığı” idi bu bedenimde yankılanan. Hastalık iyileşmenin anahtarı, o yüzden de korkudan ziyade merak vardı. Nerde fazlalık var, nerde eksiklik var görmek için güzel bir alan. Kaynağına inebilmek için bu kadar alt-üst olması gerekiyor muydu düzenin, kimbilir. Hala da aynı düzenin işleyen tüm çarklarını kullanmaya devam ediyoruz. Durmak için daha iyi bir zaman olamayabilir. Belirsizliği de duyumsamak için de.

Ve başladığım hikayenin yarım kalan açılışına geri dönersek;

“+…kendimle görüşüyorum, sayılır mı?

-…”