.bazı sakatlıklar, kazalar, yaşanmışlıklar “sene-i devriyesini” yeniden yaşatır bedende. kimi hikayenin izi, yarası derinleşmiş kimisi de silikleşmiştir. düşersin, belki bi morluk, biraz da yara ile ayağa kalkar devam edersin. üstündeki tozu silkeleyip ne yapıyorsan ona devam etmeyi seçersin. belki birkaç gün hissettirir ya da hiç de fark etmezsin bile. ne kadar yüzeyde ya da derinde olduğundan bağımsız olarak yeniden ziyaret ediyor olabilirim geçmişin anlarını.
bugünlerde üstüme çöken ağırlığı ne havaya, ne ayın durumuna ne de başka bir dışsal duruma bağlamadan dümdüz bakıyorum kendisine. geçen sene bu zamanlarda “ayrılık” ne demekmiş anlamaya çalışmadan yaşıyordum. ikilik ya da entel deyişiyle dualitenin “birlik” olduğunu sandığım yerin tam de merkezinde yaşanıyordu. filmlerde olur ya, bi anda zemin yarılır ve ya bir tarafta kalmayı seçersin ya da yarığın ortasında yitersin. işte tam o anda yarığın ortalarında bir yerde havada asılı kaldığımı hatırlıyorum. uzun bir süre (!) tavana bakarken de durduğum zamanlardaki gibi şimdi “belirsizliğe” bakıyorum. Pema Chödrön’un okumaya doymadığım ve kıyamadığım biricik kitabında da dediği gibi;
Belirsizliğe açık olmaya ya da en azından tam kalbimizde bunu denemeye hazır mıyız?
son zamanların (?) kod adı belirsizlik ve bunun üstüne kurulu teoriler bir kenara ben kendi belirsizliklerimle ne yapıyorum ki? umduklarımı bulamadığım, ani bir değişiklikle karşı karşıya kaldığımda misal… ya da planları bozmak, kısıtlı alanlar içinde hareket etmek ya da durmak gerektiğinde? tüm bu seçenekleri sonsuzluğa doğru arttırabilir ve çözümler dahi üretebiliriz. onun yerine belirsizliği tanımlama noktasına geri sarmak istiyorum. neyi nasıl yapabildiğim, nerede rahat ettiğim “ben”i tanımlar ve işte orada tahtıma kurulabilir ve huzurla yaşayabilirim. işler sarpa sardığında, umduklarımdan çıkıp da belirsizliklerle karşılaştığımda oyunun keyifli kısmı başlıyor. aksiliklerin de “ben” kapsamına girdiğini, tanımladıklarımız sınırlı olmadığımız ve değişimin tam da bu belirsizlikler noktasında geldiğini söylesem abartmış olmam sanki.
dikkatim karahindiba tohumu misali, bir nefesle etrafa dağılıyor ve ipin ucunu kaçırabiliyorum. işler sarpa sardığında durmak bazen atalet bazen de olmadık bir atiklik getiriyor. belirsizlikle baş etmenin 101 yolu vardır belki de, tüm bu hikayelerin özünde vardığım nokta; tanımladıklarımla katılaşmış bir düşünceler kozası örsem de aslen her şeyin geçiciliğinden başka bir gerçeklik olmadığı. geçmişin izlerini kaşıdıkça yüzeyde olana bakmaktan çıkıp da tutunacak yeni duyumlar üretiyorum aslen, hop al sana yeni meşgale.
insan dediğin iki dirhem bir nefeslik varlık. yaşama tutunacak dallar ararken başkalarının dallarına basa kıra kaçabilir, kökleri aşırıya kaçarak -ilgi/ ilgisizlik- kurutur ya da yakabilir. insan kendi doğasına yaklaştıkça tüm çıplaklığıyla kendiyle karşılaşır ve eğer ki bir yola girmeyi seçip yürümeye başladıysa artık ordan geriye dönüş olmayacaktır. doğa, çevre ya da ekosistem dediğimiz, korunmaya muhtaç oluşumlar değil, insan denen varlık ekosistemin bir parçası. ve tutunmak için yaşama uyum ve birlikten başka bir yol görünmüyor. tam da olduğum yerde bu yapının bir parçasıyım, ne eksik ne de fazlayım. bir sonraki anın getireceklerini bilmez halde duruyor ve izliyorum. belirsizlik bu noktada merak ya da kaygıyla birlikte sahneye giriyor. durağanlık o belirsizlik kuşağını takmışken harekete geçmek ve akışın getirdiğiyle devam etmeye ne dersin? değişimle birlikte uyumlanmak ve her düzen bozulduğunda yeniden hizalanmak. doğa tam da böyle işliyor, ki biz de bunun parçasıysak o zaman bir nefeslik olana bakıp da belirsizlikle kalabilmeyi deneyebiliriz. ta ki yeni meşgale ya da dikkat dağınıklığı ya da kaçınma gelesiye. sonra yeniden başla.