Hayatımda “imdat” demeden önce nefes alabildiğimde gözümün önüne gelen birkaç yüz, benim sesimi duymadan ses veren birkaç kişi var. Gerçek ve samimi dostluk, sevginin içindeyken korku ve endişenin kayboluşuna dair bir kısa deneme geliyor.
Hayatımda “hiç bu kadar hissetmemiştim” dediğim her duygunun doruklardan taştığı bir dönem hatırlamıyorum. Her doruk bir düşüşe vesile. Her düşüş de yeniden zemini bulmaya İngilizce’de çok güzel bir tanım var, “light-hearted”. Bunu Türkçeleştirmekte zorlanıyorum, hafif ve esnek kalplilik diyesim geliyor. İşte böyle hafiflikli kalple sevebildiğim, özgür ve bağlantıda hissettiğim insanlarla olan karşılaşamalarımıza ithafen bu yazı.
Hissetmek ve duyumsamak büyük bir lütuf ve bunu dolu dolu yaşarken hafif olmak da bir o kadar beceri işi. Kendimle yüzleşmelerim bitmiyor ve çok da güzel kapılar açılıyor.
Birini çok seviyor olup hem de onu kaybetmekten korktunuz mu? İnsan olmanın hediyesi gibi bu paket sanki. Sevmenin taşkınlığı korku ve endişeyle tüm şehri yıkıp geçebilir mi? Hayatımda “hiç” bu kadar sevmemiştim dediğim bir hikayenin içinden o kadar çok şey çıkardı ki bu taşkın. Derli toplu olur ya da olmaz açık ve hafif yüreklilikle yazacağım.
Sevmenin ötesinde değer vermenin önemini kendimce deneyimliyorum. Değer bilmek diye bir tabir vardır ya Türkçemizde, o bilinmekten öte bir deneyimmiş bedende. Zihinle kavranan değil de bedende duyumsanan bir şeymiş. Severken karşılığını beklememek gibi büyük sözler etmeyeceğim. Değer bilmenin zerafeti ve hafifliği başka bir boyut açıyormuş. Bazen bir şeyi paylaşmak içinden geldiği gibi, gülümsemek sebepsizce içsel duyumun dışsal vurumu.
Sevmekten vazgeçmediğim ve giderek daha “hafif” bir sevmeyi deneyimlediğim anlar yaşadım. Anları anlatmak sadece bir ilüzyon yaratacağı için anlatmıyorum. Kelimelerin kifayetsizliğinde en özde olanı klavye tuşlarından aktarıyorum. Sevmenin korku ve endişe ile nasıl bir kesintiye ve krize sebep olabildiğini gördüm. Şimdiyse o hafifliği kendi bedenime geri geldiğimde ve yerime (bedenime) yerleştiğimde daha berrak görebiliyorum. İçten gelen bir sözün karşı tarafa nasıl geçtiğini izlemek, mühendislik hesabını yapmadan bırakıvermek ve belirsizliğin dansında kalmak. Bağları ve iletişimi güçlendiren şeyin esneklik ve bu hafiflikle birlikte geldiğini anlamak için sıkıca tutundum ve düştüm. Düşüşün zerafeti yaralanmaya açık olabilmek, zemini bulmak ve yeniden düşebilmekte.
Biri(ler)iyle “özel” adını verdiğim bir yakınlık yaşamanın, tutkunun tutuklu kılmadığı bir düzlemi deneyimlemek ufuk açıcı oldu. Hayatımdaki anahtar eylemlerden birinin paylaşmak olduğunu hissettiğim ve bunu zaman zaman beklentisizce akıtıverdiğimde zaten oluyordu. Çabanın efordan farklılaştığı bir özen, ve ehvetten öte şefkat vardı. İşte tam burada adını içimde zikrettiğim 3-5 kişi olduğunu ve bunun da hayatın hediyeleri olduğunu görüp gülümsüyorum. Kırılmaktan korktuğumu ve kırdığım her parçayı da içimde taşıdığımı. Eksikliklerimi tamamlamayı bırakıp, bu tüm elimdeki parçalarla bütünü belirsiz bir yap-bozla oynamaktan öte bir hayatın olmadığı gerçekliğiyle rahatlıyorum.
Hayatımın “ilk”leri yenilerini getirebilir ve ben kendi oyunumu ve kendi ilüzyonumu yaşarken kaybolabilirim. Bu kaybolduğum kırık parçalar arasında elini tutabildiğim, durup dururken ağlayacak kadar açık ve çıplak kalabildiğim hafif-esnek kalplere selam ederim. Bunu tek başıma yaratmıyor, bir işbirliği içinde o anda gerçekleştiğini ve nefes aldığımız önemsiz zaman dilimi içinde tebessüm kadar naif bir hal olduğunu fark ediyorum.
Sebepleri ve sonuçları düşünmeden yakınlık kurabilmek ve mesafelenebilmek. Bazen sessizlikte, bazen de hüzünde buluşabilmek büyük bir nimet.
Sevdiklerinize ne vermek isterdiniz? Kederinizi paylaşabilmenin ötesinde hafif bir kalple sevebilir misiniz en kötü versiyonlarınızı da? Öfkenin gerçekliğini içinizde duyumsayabilir ve titreyebilir misiniz? Bu soruları kendime sorup bunlarla dolanıyor ve bakınıyorum etrafa.
Samimi ve içten olan sevginin önünde arkasında korkunun titreşime dönüştüğü ve suyun dalgalanıp yeniden durulduğu hallere…