tohum toprağa düşer ve huop filizlenir sanmayın. binlerce tohumun arasından doğru koşulları bulabilen, belki biraz da kuşlar, toprak ve yağmurlar tarafından iltimas geçilenler başını topraktan çıkarıverir. her şey gibi emek isteyen şeylerden biridir bir fikir, öğreti, anlatı etrafında toplanabilmek ve orada yeşermek. her tohum toprağa ihtiyaç duyduğu kadar, suya, besine, soğuğa, sıcağa da ihtiyaç duyar. kendi hikayemden esinlenerek başladığım bir masalsı öykümsü gelsin o zaman…
telefon çalmaya başladı. uzun zamandır görmediği bir arkadaşı arıyordu kuzeyliyi, heyecanla yetişti 2. kez çalmasına izin vermeden neşeyle açtı. epeydir evden çıkmıyordu. biraz da yollarda olmayı özlediğini içinden geçiriverdi neşeyle karşılarken bu aramayı. ordan burdan konuştular, nasıl da buluşamadıklarına güldüler geçtiler. bir gün yola çıkar da güneylere inerse beklendiğini duymak iyi gelmişti. işte neden o yola çıkılamıyordu, haydi şimdi yine aynı sorunsal. her zaman ön koşullar vardı sağlanması gereken ve bir türlü mükemmele ulaşılamıyordu. telefonu kapatmadan birinden bahsetti ve siz tanışın dedi güneyli. kuzeylerde bu bir esinti yarattı, o esintiye kapılıp gidilebilir ve ön koşulları olmayan bir belirsizliğe adım atılabilir hissi belirginleşti.
yazdan güze geçişte – ne olursa o geçişlerde oluyordu- kuzeyli bir şans verdi bu bağlantının kurulmasına. bir yuvaya varmış gibi hissetti önce. zaten kuzeyli için çok kolaydı bir yere uyum sağlamak. hele bir de üretebiliyorsa tamam, orada arı gibi çalışırdı. tıpkı bir ağaç tohumunu toprağa bırakmak gibi başladı her şey. o ağacın gölgesini hayal etti kuzeyli, çünkü biliyordu o gölgede çok güzel dinlenir insan, göğe bakar ağacın yapraklarını görür ve dünya değişirdi. tohumunu sevdi, okşadı, büyüdüğü gün nerede durmak isteyeceğini hayal etti ağaç bebeğine. bunları düşünürken toprağı hazır etti, ne eksik hep onu aradı, topladı getirdi.
günler, haftalar, aylar yıllara vardı. tohum toprağına bir kuluçka misali yerleşmiş, güvenli bir ortama varmıştı. kuzeyli biraz yol yapmaya, güneylere indi. bazı kışlar daha karanlık olur, o kış öyle bir karanlık vardı. aklı kuluçkasında kalmıştı, ama şimdi onun da bir kuluçkaya ihtiyacı vardı. biraz kurudu kuzeyli, güneyin sıcak havası içini ısıtmaya yetmedi, susuz da kalmıştı. soğuk ve çatlamış ellerinin arasına başını almış, yara olmuş dudaklarını büzmüş denize bakıyordu. kendini unutmak için harika bir hava, yine bir esintiyle kendini unutuverdi. aklına düştü bıraktığı tohum, ne haldeydi. geri dönmeyi hayalin kurduğu yolu bırakmayı bile düşündü, neyse ki bırakmadı onu arkadaşları.
geri dönüşe geçtiğinde bir korku sardı içini, tohumu susuz kalmışsa, çürümüşse, endişe doluydu. bütün bu kaygı dolu senaryo alternatifleriyle döndüğünde yuva kalmamış, tohumunu bıraktığı yerde bulamamıştı. ama onu özlemle kucaklayan, o ağacın hayalindeki güçlü dalları gibi güçlü kollarıyla saran insanlarla karşılaştı. bir dostu cebine bir şey sıkıştırdı. “evine dönene dek açma” dedi. evine dönmesi ne kadar sürecek hiç bilmiyordu. hep o ektiği tohumun hikayesini anlamaya çalıştı. birkaç mevsim geçti ve yine bir güz-kış geçişinde artık evine varmışken cebindeki emaneti hatırladı.
masalsı bir şey oldu. o tohum aslında hep güvenli ve şefkatli bir kuluçkada korunmuş, büyümüş ve artık büyümekteydi, cebinden çıkan o tohumun filizlenmiş, gövdelenmiş haliydi. yıllarca hassasiyetle, bazen endişe ve korku ile baktığı, büyümesini ve gölgesine yerleşmeyi hayal ettiği şey zaten cebindeydi.
kuzeyli soğuyan havalarda evden çıkar, denizin tuzunu yüzünde hissedene kadar dururdu. biliyordu ki en sevdiği ağaç zeytinler bu rüzgarlardan beslenir ve beslerdi onu. kuzeyli havalar ısınınca dağlarda dereye girer ve bedeni titreyene kadar çıkmazdı. bilirdi elbet tüm bu derenin suları bahar geldi mi şifa olurdu tüm vadiye. tohumun kuluçkası olmayı, güvenli ve yeşerebileceği bir yer kurmayı hayal etti hep. bazen bu avucunun içindeydi, bazen de dev bir ormanda büyük gövdelerin arasında parlak yeşil yapraklar. tohumun ağaç hayalini gerçekleştirmesi göze görünmez bazen, bunu bedeninde hisseder kimi, denizin tuzundan ve rüzgarından, derenin soğuk suyundan gelir o duyumlar da.
bedenini de tohumuyla birlikte canlanmaya, neşeyle rüzgarda salınmaya başlamıştı, etrafına baktığında da ona eşlik eden bir dolu göz buldu. ne fırtınalar geçti, şimşekler düştüyse yenilenebilir ve cebindeki tohum gibi her yerde bir orman olma potansiyelini taşıyabilirdi. Bunu hatırlatmak için cebine bir tohum attı, eğer kuzeyliyi sessiz ve başını sağa eğmiş yere bakar görürseniz, bilin ki kuluçkalığını hatırlamakta ve yeni tohumlar bırakmak peşindedir.