nereye baksam ikili ilişkiler, gruplar, topluluklar, erk-halk denkleminde şiddetli çatışmalar görüyorum. kendi hayatımın da merkezine oturan bu hal hiç bilmediğim seviyelerde şimdilerde. Kimsenin (erk-halk dışında) “haksız” olmadığı fakat orta yolun da henüz bulunamadığı bir düzen.
nerede yanlış yapıldığını tespit etmekte zorlanıyorum. birileri alan istiyor, birileri alan savunuyor. birileri alan açıyor, birileri alan bekçiliği yapıyor ve izin vermiyor açılmasına. birileri duymuyor, birileri görmüyor.
aşırı iletişim çağında hiç iletişimi çok iyi başarıyoruz. topluluk olmak noktasında, dayanışmayı öne çıkarırken şimdi küçülen ve ayrışan gruplaşmalarla karşı karşıyayız. tarafını seçmek zorunda kalan olmak da cabası.
hadi kalk gidelim, bu ülke, bu düzen böyle yapıyor diyorum; sonra görüyorum ki, bu insanlığın içinden geçmekte olduğu bir çatışmalar dönemine dair.
kendimle en ağır karşılaşmaları yaşadığım, içinden çıkamadığım, çok öfkelenip kustuğum, çok üzülüp ağladığım bir dönem olmakta.
hangi dostla karşılaşsam o burukluk damağıma geliyor. üstüne bir çay içsek de geçmeyen o tatla birlikte ne yapabiliriz konusunda buluşuyoruz. hep hayalini kurup da geri plana attığım “daha hazır değilim” sebepli projelerin tozlu çekmecelerden çıkma zamanı. sessiz ve görünmez iyi işler yapan insanlarla bir araya gelme zamanı. bireyselliği unutmadan topluluğa dönme zamanı. kimilerimiz için de ayrılık zamanı ki bu yeniliklere vesile olsun.
çatışmanın sabahında güneş daha parlak doğmasa da kesin daha yakıcı olacaktır. bu yakıcılık da beni/ bizi harekete geçirmeye sebep olur belki de. bu kadar mücadele içine doğduğumuz coğrafyada alan tutup kendimize alan açmaktır şimdinin yolu. daha çok şiir, şarkı, dans ve hayat koymaktır ortaya. ve oyunu unutmadan, kırıklıklarımızı birbirimize saplamadan yol bulmaktır belki de.