2006 yazı, üniversite yıllarımın sosyalleşme evresi. Taşkışla gibi İstanbul’un müzik, sanat ve gece hayatının göbeğinde Mimarlık Fakültesi’nin en az havalı bölümlerinden Şehir Bölge Planlama’da okuyorum. En şahane dostlukların yeşerdiği bir ortamdayım. Okula girerken binayı seçmiştim, sonra bölümümü de çok sevdim. Şimdi meslek olarak icra etmesem de hayatımı şekillendirdiği ve yaptığım işlere sirayet ettiği kesin.
2. sınıfa geçmişim ve henüz 19 yaşındayım. Gece geç saatlere kadar Taksim’de takılıyorsam proje, maket, okulda bir seminer yüzündendir. Taksim sokaklarıyla tanışmam 17 yaşımı bulmuş ve zaten küçük gösterdiğim için hep mekanlara giremeyen olmuştum.
Sanat meraklısı bir arkadaşım (Esra) ve birkaç kişiyle İKSV’nin Caz Festivalinin ücretsiz etkinliklerini kovalıyoruz. Öğrenci olmak ücretsiz konser, sergi, kokteyl peşi sıra hayatı planlamak demek. Genç Caz konserleri oluyor şehrin o zamanlar henüz nefes alınan Maslak semalarında, ParkOrman’da. Temmuz vakti, haca sıcak ama baymıyor, Minderlere yayılmış izliyoruz sahneye çıkanları. Caz müzikle ilgili tek bildiğim bir pazar günü müziği olmasıdır. Tatilin son günü hissini verir nedense. Bu dinlediğimiz Genç Cazcılar bazen hiç karşılaşmadığım melodilerle beni şaşırtıyor ve anlamadığım bir alanda çok da yorum yapamıyordum tabi.
Sonra sıra geldi Eskişehir’den gelen ve ismini Esra’dan duyduğum Gevende’ye. Renkli çocuklardı ilk bakışta ve epey genç duruyorlardı. Sanki Taşkışla’nın öğrencisi gibi de bir hissiyat geldi, mimarlık okuyor ama müzik sevdasıyla proje çizimini bırakıp gelmiş gibi. Ki Taşkışla epey müzisyen çıkarmıştır, özellikle Şehir ve Bölge Planlamacılar davul koltuğunda yerini almıştır (Sattas ve Dinar Bandosu ilk aklıma gelenler).
Gevende o zamanlarda da şimdiki kadrosunun %80’ine sahipti. Gitar-vokal, bas, trompet, viyola ve davul. Tabi bugün viyola diyorum çünkü biliyorum, o zaman bence keman idi. Yaptıkları şey içine alıp bilmediğim bir ülkede bildiğim bir hikayenin içine götürüyordu. Vokalin anlamsız (bence çok anlamlı) söz dizileri bir süre sonra zihnime yerleşti. O zamanlar minik bir fotoğraf makinem vardı, kısa da olsa video kayıtlarını almıştım, kimbilir hangi arşivin derinliklerine gömdüm.
BarışaRock / 2007
Konser peşi sıra
O yaz boyunca o kayıtları dinleyip durdum, konser yapsınlar diye beklemeye başladım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama sanırım Genç Caz sonrası Gevende’yi ilk Peyote’de dinlemiş olabilirim. Peyote; 2000’lerin başından beri müziği bir kültür olarak büyüten bir toprak idi. Gevende gibi genç pek çok Anadolu kökenli gruba sahnesini açmıştı. O dönemde benim ve üniversite arkadaşlarım için de bir keşif alanıydı. Perşembe akşamları proje dersinden çıkıp haftayı kapamış sayardık kendimizi. Ve soluğu orta katta alır, o gün kim çalıyorsa onu dinlerdik. Zamanla seçici olmaya, grupları seçmeye ve konserden önce orda olup terasta konseri beklerken ortamı gözlemlemeye başladım.
Gevende sahneye çıktığında bir başka boyuta geçiyor gibi oluyordum. Etrafımdaki gürültü, itiş kakış hiçbir rahatsızlık vermiyor, müzikleriyle benim aramda özel bir bağ kurulmuş ve güzel bir kozadaymışım gibi hissettiriyordu.
O zamanlar Eskişehir’den ayda 1 geliyorlar ve genelde de en sevdiğim gün Perşembe oluyordu konserler. Bir süre sonra konserler sıklaştı, ben de elimden geldiğince konser kaçırmadan dolanıp durdum peşlerinde. Bir dönem Tünel tarafında bir mekanda daha sık çalar oldular. Peyote gibi kalabalık, duman altı ve gürültülü değildi ancak dinleyici sayısı da epey azdı. O konserlerden birinde vokal Ahmet Kenan Bilgiç yanıma geldi ve “sen çok iyi bir dinleyicisin ve görüyorum ki her konsere geliyorsun, bizi eleştirir misin?” dedi. Ben de kemküm bir şeyler dedim ve onlara da yazmaya karar verdim. En kolay ifade yollarımdan (yazmayı öğrendiğimden beri) biri yazmak ve onlara da ara ara yazdım.
Gevende artık barlardaki konserlerinden yavaş yavaş yurtdışına, festivallere açıldıkça ben de peşi sıra gitmeye devam ettim. Açık alanda, rahat rahat dans ederek ve yine o kendi kozamda müzikleriyle dolu dünyamda var olarak bir süre daha devam ettim. Ama yaşlanıyordum artık ve bar ortamı konserlerden uzaklaşmaya başladım. İşte bu noktada Gevende ve birkaç kült gruptan vazgeçemedim. Artık tahammülüm azalmış ve insanları susturmak için sessiz bakışları deniyordum.
Peyote Orta Kat konserlerinden / 2008
Efes One Love Festival / Bilgi Üniversitesi Silahtarağa Kampüsü / 2008
Kalabalıklardan ıssızlığa
Bir süre şehirden uzak dağın başında yaşadığım dönemde konserlerden de yeni müzik keşfetmekten de uzak kalmıştım. Ara ara köye gelen dostlar sayesinde yeni alternatif Türkiyeli müzisyenlerle / albümlerle tanış olmaya devam edebildim. Kırsalda kesintisiz geçen 2 senenin ardından şehre döndüğümde ne kalabalık, ne de gürültü kaldıramadı bünyem. Gevende de tiyatro sahnelerine, dans stüdyolarına taşımıştı konserleri ve yeniden kozamı buldum, yuvamda hissettim.
Yıllarca yanımda gezdirdiğim 3 albümden biri idi Gevende. Müzik dinleme platformları ve akıllı telefonların olmadığı dönemde diskman ve kulaklıklarımla yaşarken 1/3 şansım vardı Gevende dinlemek için. Baya yüksek bir ihtimalle o CD takılır ve haftalarca çıkmazdı.
Canlı dinlemenin tadını vermese de o albümler vazgeçilmez olarak ben gezdikçe benle yol aldı. Hatta bozulursa diye yedek CD’ler bile aldım.
20li yaşlarımda her konserde en önde dikkatli bir dinleyici olarak mimlendiğim için zamanla nerdeyse tüm grup üyeleriyle muhabbetim oldu. Tek kişilik hayranlıktan, iyi bir dinleyici ve arkadaşlığa terfi olmuştum. Müzikleri de yıllar içinde olgunlaşmış ve konserlerin sıklığı azalsa da dinleme yoğunluğum artmış gibiydi. Kalabalık ve dumanaltı gürültülü bar ortamından ev hissi veren tiyatro ve dans sahnelerine geçişin tadına varmıştım. Ne 2000’lerdeki gibi her hafta bir konsere gidecek bir zamanım ne de enerjim vardı.
Çıplak Ayaklar Kumpanyası Konserinden / 2011
Giderek azalan konserler içime bir korku düşürse de “dedim kaç senelik arkadaşlar, biraz ayrı takılır devam ederler”. Birarada takılıyor, başka işler yapıyor olsalar da Gevende olarak onları aynı sahnede görememek, ya bir daha çalmazlarsa paniğini yarattı. Senesini tam hatırlayamasam da en son ya Çıplak Ayaklar Kumpanyası sahnesinde ya da Semaver Kumpanya Sahnesinde rüya gibi konserlerin ardından canlı canlı dinleyemediğim hatıramda. Son dönemde St Antuan Kilisesi gibi mekanlarda çaldıkları, akustiği kendiliğinden büyüleyici olan konserlerinin biletlerine yetişemeyip bu kadar sevilmelerine sevindim. Bir yandan da 2006’da ilk dinlediğim günlerde “evim” gibi hissettiren ortama çok kalabalıklaşmış ve ben de biraz kıskanmaya başlamıştım.
Aradan yıllar geçti, ben İstanbul’dan ve türlü sanat mecralarından uzak kaldım, yine kulaklığımda Gevende olmazsa olmazdı. Kendimle kaldığımda, bir şeye üzüldüğümde, kayıp hissettiğimde sığındığım ve yenilendiğim bir limandı. Grup elemanlarının solo ve farklı projelerini takip etmeye, dinlemeye devam ettim. Ara ara İstanbul ziyaretlerimde ÇAK’ın komşusu stüdyolarını ve sonra bireysel olarak onları ziyarete devam ettim.
2023’te birden gevende sosyal medya hesabında bir canlanma olmaya başladı ve meraklı şımarık bir çocuk edasıyla yazdım çocuklara. Dediler ki konser Ocak 13’te, hemen takvime işledim. Aylar öncesinden duyurmaya başladılar, biletler satışa çıktı derken sanki uzun süredir dinlediğim grup Türkiye’ye gelecekmiş gibi heyecanla biletimi aldım ve beklemeye başladım. Beklerken de bu yazı demlendi içimde.
Benim için Gevende o ilk GençCaz konserinde aşık olduğum ama nedenini anlamadığım bir coğrafya gibiydi. İçinde kendimi rahat, güvende ve yerleşik hissetiğim zeytinlik gibi, bazen de bir meşe ormanı gibi. O ormanda büyümüş, gelişmiş ve yerleşmişçesine buluşmayı bekliyorum yeniden seslerle ve hikayelerle.