İçeriğe geç
Anasayfa » Datça Günlükleri – 4

Datça Günlükleri – 4

1 aylık maratonun sonuna geldiğimizde bir şaşkınlıkla birlikte tatlı bir yorgunluk buldum. Zaman bükülmüş, bedenler dirilmiş ve güçlenmişti. Her gün her gün buluşmak, günde 2-3 pratik yapmak, aynı mekanda olmanın getirdiği ve tabi ki bedende değişimin getirdiği zihinsel ve ruhsal/ duygusal etkiler oldukça görünür olmaktaydı.

Datça, dostlar, pratik arkadaşlarım ve derslere gelen diğer öğrenciler o kadar yakın ve tanıdıktı artık “evim” diyebileceğim bir yere gelmiştim. Ve dönüşün stresi, belirsizliği, korkuları ve heyecanları yavaş yavaş içimde yükselirken son pratik günü Krishnamurti izlememizle biraz daha içinde kalınabilir olmaya başladı.

4 haftadır ilk kez bir günümüz bomboştu, yağmurlar yıkadı Datça’yı o gün. Sanki benim de içimdeki kiri pası alıyormuş gibi hissettirdi. Son ziyaretler, bu kısa ama uzun zaman diliminde sohbet edilen esnaflar ve tabi ki datça bademli kurabiyesi tedariği de tamamlandıktan sonra geldi sıra keyifli bir akşam buluşmasına

Yoga pratiği yapan hele bir de eğitmen olan insanlarla aynı masada oturanlara dair “ay hep de yoga konuşurlar” diye düşünenler için, evet biraz öyle ve çokça da öyle değil. Hele bir de Şenol Topuz’un öğrencileri iseniz işler komikleşebilir. Son akşam yemeğimizi (!) hocalarımızla birlikte keyifli bir mekanda yemeden önce tatlı bir sertifika seromonisi yaptık. Birlikte erik dalı mı oynasak, Levent Yüksel’in şarkısını yazdığımız Ashtangi sözlerimizle Datça’da hatırlansak mı bilemedik. Yağmur sonrası serinliğinde sahilden yürüye konuşa yemeğe geçtik. Bu 1 ay boyunca birbirimizi, kendimizi tanıdıkça başka insanlar oturuyorduk sofrada ve derinden bağlı olduğumuz bir pratik vardı bizi biraraya getiren. Bir an sofradaki herkese baktığımda gördüğüm şey rekabetsiz bir paylaşım, merak ve destek haliydi. İçim hali hazırda fırtınalı bir deniz gibi kabarmışken biraz gözyaşı da içime aktı. Hayattan, gündelik ve basit şeylerden konuşan ve kötü(!) esprilere büyük büyük gülen insanlardık.

Ve tabi Ashtangi olunca saat 21:30 bile olmadan, birer ikişer kadeh içip uykusu gelen (istisnalarımız elbet de var) ekip olarak dağılmaya hazırlandık. Eh kolay mı bu kadar zaman yoldaşlık yapan ekibin ayrılması. Ashtanga marşımızı spor takımı gibi ellerimiz üst üste koyup bağıra bağıra söyledik ve Datça’da bir iz bıraktık.

“Fırtınam felaketim vinyasam
Yetmiyor chaturangalar yetmiyor
Ekam’ın ne hoş ne güzel kurmasan
Sevdikçe sevesim geliyor
Ölene kadar Ashtangiyim bırakmam”

Serinin diğer yazıları

“Datça Günlükleri – 4” hakkında 1 yorum

  1. Geri bildirim: Datça günlükleri- 1 - .yağmur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir